25 Kasım 2012 Pazar

düş(d)ündü


Usulca kaybolmaya hazırlanan, bir kenarından kırılmış turuncu mehtabın yeryüzüne serptiği altın tozlarıyla bezenmiş ıhlamurların, güllerin, limonların arasında ateşböceklerinin kızıl çakıntılarla uçuştuğu mavimsi bir geceydi. Birden gökyüzünde yeşil bir adacık gördü, başlarda bunun bir gezegen olduğunu düşündü ama adım attığı anda kendini bu devasa ormanın içinde buldu, ağaçları, ara ara boşluklarda toprağın görünmesine rağmen müthiş bir yeşillikte rüzgarda savrulan çimenleri gördü. yüzlerce metre koştuktan sonra masmavi bir denizle karşılaştı, güngörmüş çınarların gölgesi suya vuruyor, sevecen bir meltemle kıpırdayan sularda dantelli oynaşmalar yaratıyordu, arada bir paslı, eskimiş şilepler geçiyordu. Gözü, sularda kıpırdayan bir ışık yansımasına takıldı, o ışık öylesine güçlü bir biçimde onu içine çekti ki, sanki her şey o anda gerçekliğini kaybetti. Bir tarih belirdi o anda durgunlaşan suda, annesinin toprağa verildiği 19 Ocak günü. Yumuşak nefti bulutlar suların üstüne kadar inmiş, ufuk çizgisini hemen yanına kadar taşımıştı, deniz durgun, küçük bir göl gibiydi, kıpırdamıyordu, birden, hayatının en talihsiz tarihini silmek için kendini suya bıraktı. Suyun içinde hızla kayboldu, hızla geçti köpükler üzerinden, yukarıya baktığında gördüğü geniş maviliğin ne kadar güzel olduğunu düşündü, bir Ankaralı olarak bir ayağı suda büyümemişti, yüzmeye de öteden beri pek ilgisi de olmamıştı..

‘’ yüzmek, çirkin bir çaba olduğunda, yılanı ağzından öperek yılanlaştığımızda, hayata ve denizin köpüğüne secde etmeye başladığımızda;
bir kez de boğulmayı denemeliyiz. dünyaya geliş anımıza dönebiliriz o vakit!
hiç değilse borçsuz ve temiz bir beden kalır ardımızda..’’

diye düşündü.. düş dündü.. dündü.. uyandı… huzurluydu.

10 Kasım 2012 Cumartesi

bir ayrılık

Joseph içeri girdiğinde, Cecile elindeki fincanda kırmızı rujunun bıraktığı izi inceliyordu. Epeyce beklemiş olmalı, diye düşündü Joseph, Cecile gergin görünüyordu. Sandalyeyi ağır ağır çekti Joseph, yavaşça oturdu, Cecile'i yanağından bir kez öptükten sonra. Nasılsın, dedi genç kadın, İyiyim, sen?, dedi adam, sanki ruh halinin yeryüzündeki en merak edilen konu olması gibi bir hava yaratarak, gayet iyiyim, diye ekledi.. Cecile bu soruyu es geçerek, aniden konuyu değiştirdi; ''son bir haftaya çok şey sığdırdım, sensiz, kendimi cok güzel bir şeyin parçası gibi hissettim ilk defa'' dedi. Joseph şaşırmadı, dinlemeye devam etti, kadın anlattıkça sesi kayboluyordu sanki, ses Joseph'in kulağına temas etmeden uzayda kayboluyordu, duymuyordu genç adam artık yüzyıldır duymaya alışkın olduğu bu sesi.

Cecile ona ne söylerse söylesin asla öfkelenmezdi Joseph, çorbasında çırpınan sinek için garsondan can simidi isteyecek naiflikte bir adamdı. Cecile, bir saat kırk dokuz dakika on üç saniye kadar konuştu.. nefes almak için bir anlık suskunluğundan faydalan Joseph; ''merak etme sen yokken de vardım ben, var olmaya devam ederim, endişelenme!'' dedi ve kalktı, sokağa adım attığında, yakmak üzere çıkardığı sigarasına ateşböceği konunca, çakmağını gerisin geri cebine soktu.
Parkta biraz dolaştıktan sonra, gördüğü çocuğa gayri ihtiyari yaşını sordu, ''akranız'' dedi çocuk, ''hepimiz ölecek yaştayız'', ıslığını cebinden çıkardı Joseph, yumruk yapıp bir yerlere saldı.
Eve doğru yürürken; ''bu yol uzağa kıvrılıyor'' dedi göğsünde terleyen geceye.

Eve girdi, bir sigara yaktı, koltuğuna gömülüp başucundaki ışığı bir yaktı bir söndürdü... Yakın mesafeden halıya dökülen, silindir şeklindeki sigara külünü yerinden kaldırabilecek bir hassasiyetin yeryüzünde olamayacağını farkedince en narin varlığın sigara külü olduğunu anladı. Televizyonu açtı, olimpiyatlarda maratonu izlemeye koyuldu, dokuz saat kırk üç dakika kadar gözlerini kırpmadan izledi, kimliği belirlenemeyen bir cani bitiş çizgisini silmişti, yüzlerce maratoncu koşarak öldüler. Joseph, ceset yığınlarının gösterildiği televizyonu kapattı, günlüğüne, ''devir değişti, detaylarımı kaybettim, hükümsüzdür'' diye not düştükten sonra, Cecile'in mezarına gitmek için arabasına atladı... dokuz yüz on iki gündür yaptığı gibi.