31 Ekim 2012 Çarşamba

huzursuz ruh

bazen, kendi icinize girip gozden kaybolursunuz..
kapısız bir katedralin önunde duran biçare bir dindar gibi, yeniden dışarı çıkmak için dolanıp durur bedenınız ruhunuzun etrafında.. durumunuz korkunçtur, ayna karşınızdadır, işte saçlarınız, işte dudaklarınız, gözleriniz, gulumseyişiniz, bakışınız hepsi aynen duruyordur ama butun bunlar, sizi eski siz yapmaya yetmez.

tanrıların lanetine ugramış bir matematıkçi gibi bütün rakamları alt alta yazıp toplarsınız, sonuç yanlıştır. birisi rakamların değerlerini, size haber vermeden değiştirmiştir, gittikçe daha çok çıldırarak yanlış rakamlarla doğru bir sonuç bulabilmek için boğuşursunuz.
öyleyim.. aynen bu tasvirdeki gibi..
göz alabildiğine uzanan şehirde tek bir ışık bile yanmıyor. şehir dev bir kaplumbağa gibi başını içine çekip kabuğunun karanlığına kapanmış.
ellerim üşüyor,
hayatın, beni bırakıp gideceğini, ona yetişemeyeceğimi düşünüyorum.
hep aynı güçle özlüyorum.
özlemeyi hep iyi bildim...
kavuşmakta ise hep acemiyim. bu beceriksizliği kutsal bir emanet gibi taşıyorum..

bu korkunç karanlık shakespeare'in mezarcısı gibi kazıp bulduklarını bana gösteriyor.. neler çıkıyor oradan neler, beni kasıp kavurmuş nice acı, üstü kapanmış nice öfke, unuttuğum nice ihanet..
soğuk..
ellerim üşüyor..
soğuk zamanı yırtıyor, ama sadece soğuktan değil üşümem..
ne tanrı'yı ne şeytanı memnun edebiliyorum.. bedenimde kaybolmuş ruhum katedrale kapı inşa etmeye ugraşıyor.