6 Ocak 2012 Cuma

zindan

Her şeye yeniden başlayabilmek ne güzel olurdu kim bilir?
öyle geçen yıldan, geçen yüzyıldan, bir başka tarih kesitinden değil ama... en baştan... yaradılıştan...

''Dünya ateşten bir toptu'' diye başlayan senaryoyu ilk satırından itibaren yeniden yazmak ve yazarkende ''kesin'' bellenmiş ne varsa hepsini yeniden aklın, mantığın, yüreğin tezgahından geçirmek; kainatın tüm sırlarını düğüm düğüm çözerek, sil baştan keşfe koyulmak ne büyük bir insanlık serüveni olurdu düşünsene?..

Her bir saniyesi insan aklının o acımasız sorgusunda düzeltile düzeltile baştan kalıbı dökülmüş koca bir tarihi, muhteşem bir halı dokur gibi ilmek ilmek yeniden örüp bir fizik kitabı netliğinde en baştan kaleme almak ve ömrümüzün geri kalanını o kitaptan alınan derslerle yaşamak nasıl güzel bir uygarlık yaratırdı?..

Oysa tarih, söylentiler, efsaneler ve boş inançlar üzerine kurulmuş sır dolu yaşlı bir tapınak gibi yorgun bugün... Tarih bugün can çekişiyor... inandığımız ne varsa hepsi son nefesinde bana göre, yıkılmaz dediğimiz kaleler en ufak bir rüzgarı bekliyor teslim olmak için...

Şimdi yaradılıştan başlasak yeniden, yarattığımız tüm bedenlere ilk olarak vicdan yüklesek, fazlasıyla hem de... ''sizin en güçlü tanığınız, en yumuşak yastığınız bu'dur'' desek vicdanlarını göstererek... cellatlarını tam kalplerinin orta yerine yerleştirsek... yeryüzünde geçerli olması gereken tek din de ''vicdan''dır desek...

Özgürleşsek, beynimizdeki devasa parangalarla yaşadığımız hayattan, örgütsüz, savruk ve yalnız yakalandığımız yaman bir tufanda, tek tek hapsedildiğimiz ve gönüllü bir esaretle mahkum edildiğimiz hücrelerimizden kurtulsak... merkezi bir kuleye bağlı düşünce polislerinin soluğunu her an üzerimizde hissetmekten, fikir gardiyanlarının üç kuruşluk tehditleriyle cebelleşmekten, ahlak zabıtalarının işgüzar tuzaklarını kollamaktan nasıl yorgun düştüğümüzün farkındayız hepimiz.... ama ihbarcılığı meslek edinmişlerin kurduğu sinsi bir pusuda kalleş bir iftirayla kim vurduya gitmemek için susuyoruz... beynimizi ve kalbimizi kör bir kuyuya hapsetmişiz düşünmüyor, görmüyor bana değmeyen yılan bin yaşasın diyoruz...

Ama bir çözebilsek zihnimizin zincirlerini, merkezi kuleyi zaptetmemiz hiç zaman almayacak. bir aşabilsek beynimizi, kalbimize koyduğumuz yasakları, bir daha hiç yasak olmayacak, özgürleşeceğiz...

İçinde korkak silüetler halinde gezinip durduğumuz bu koca zindanı beynimizden def edip, tutkunun ateşten yelelerine sımsıkı yapışarak dört nala koşsak... bir kurtulabilsek kendimizden...











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder