4 Ocak 2012 Çarşamba

yüreğim ağzımda

bazı anlar var, dalga gibi... zamanın sakin ve telaşsız aktığı bu dalga boyunca saat sorulursa bozulurum mesela... çünkü metropol telaşlarından hayli uzakta bir başka hayat, midye kabuğunun arasından ışıldayan bir inci tanesi gibi gülümser bu dalga boyunda bana... bozulsun istemem..

yüzyıllık bir savaşın sadece çok ağır hava şartlarında mola veren yorgun askerlerinden biri gibi, akrep ve yelkovanın durduğu bu su başında bilançoya otururum...
acaba ne kadar yara aldım savaşta? ne kadarını gösteriyor? ne kadarını gizliyorum?
ne kadarı açık yaralarımın? ne kadarı iç kanamalarım?
peki ya zaferler çıkarabildim mi mağlubiyetlerimden?...
süresini ve yörüngesini bilmeden çıktığım bu yolculuğun neresindeyim acaba?
hep bir telaş içimde hissetiğim en yoğun duygu, geç kalınmışlık hissi çoğu şeye, henüz 26'ya yeni girmişken bile...
sanki, ben nerede değilsem gerçekleşen en güzel şeyler o olmadığım yerlerde gerçekleşiyormuş gibi...
peki ne kaldı geriye bunca telaştan?..
tüketmek için bunca acele ettiğim takvim yapraklarına, onca hızla çevirdiğim akreplere, yelkovanlara, içine gönüllü daldığım o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığımda ne hissediyorum?
ne kadarı benim hayatım? ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime? ya da ben başkalarının?
peki ya ''keşke yeniden yaşanabilse'' diye anımsadıklarım?
nedir bu zamansızlık?
doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğumda, söyleşecek, sevişecek kimse kalmazsa yanımda? özenle yarına sakladığım liralar ya vakti geldiği anda tedavülden kalkarsa?

bütün bunları düşünürken ''an'' bitiyor, saati soruyor yine biri...bazen uluorta bazen yapayalnız uçsuz bucaksız bir boşluğa akıyorum...
tarihte benzeri görülmemiş bir 'iç' isyanla zihnimin kilitleri çözülsün, beynimdeki kağıttan kuleler yıkılsın istiyorum... yıkılsın ki hayat ertelenmesin...













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder