8 Eylül 2012 Cumartesi

moğol atlıları

çivit renkli bir göğün altında, masmavi bir denizin kenarındaki sımsıcak bir kumsalın üzerinde yükselen, rüzgarların aşındırdığı dik bir yamacın kenarında ayakta duruyordum. aniden, yalıyarınen tepesinde, binicileriyle birlikte koskoca üç savaş atı belirdi. hayvanlar da adamlar da eski zamanlardaki asyalı savaşçılar gibi giyinmişlerdi, ipekli sancakları, ponponları ve saçakları, tüyleri ve arma süsleri, güneşte pırıl pırıl parlayan muhteşem savaş gereçleri vardı. uçurumun kenarında bir anlık duraksamadan sonra savaş atları kendilerini boşluğa atarak gökyüzünde kumaşlardan, tüylerden ve sancaklardan geniş bir kavis çiziyorlar, o esnada yarı at yarı insan biçimindeki bu efsanevi varlığın cesareti karşısında benim nefesim kesiliyordu. bu bir intihar değil bir ritüeldi. bir yiğitlik ve maharet gösterisiydi. toprağa değmeden az evvel atlar boyunlarını öne eğerek tek omuzlarının üzerine düşüyorlar ve sonrasında dertop olup yuvarlanırlarken altın renkli bir toz bulutu kaldırıyorlardı. kalkan tozlar ve çıkan gürültü yatıştıktan sonra doru atlar, sırtlarındaki savaşçı binicileriyle birlikte, ağır çekim hareketlerle ayağa kalkarak kumsalın önünden dörtnala ufka doğru uzaklaştılar.

şaşkına döndüğüm bu pistorek karşısında nefes almadan duruyordum. yerlere kadar uzanan beyaz elbisem, çırılçıplak ayaklarım ve şimdikinin aksine belime kadar uzanan dalgalı saçlarım vardı. yüzümdeki şaşkınlığı ve gülümsemeyi uyandığımda da koruduğumu gördüm... hayatımda gördüğüm en güzel ikinci rüyaydı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder